top of page
Yazarın fotoğrafıNAZLI DİLARA RENKLİDAĞ

HASSASİYET VE KIRILGANLIK

Bu geçtiğimiz pandemi döneminde belki de biraz yalnızlaştık. Belki de kırılganlık hissimiz yoğunlaştı. Bazen insanlara dair, bazen hayata dair beklentilerimizin karşılanmadığını hissettik, böyle zamanlarımız oldu hayatımız boyunca ve belki de pandemiden beri bunu daha yoğun hissediyoruz. Bu yazımda biraz yetersizlik hissinden, kırılganlık ve hassasiyetin farklarından bahsetmek istedim bu yüzden.

Bu yetersizlik ve kırılganlık hissinde en çok karşıma çıkan ve fark ettiğim konular şöyle oluyor: “beni seviyor mu?”, “benimle yeterince iyi mi?”, “benim isteklerimi karşılıyor mu?” gibi en çok bu tür kaygıların / tanımların derdine düşüyoruz ki böylece bağlantıları kaçırıyoruz. Aslında hayatta en çok anlam ve tanım üzerinden ziyade bağlantılar üzerinde durmalıyız. Bağlantı ise bize şu soruları sorduruyor: “acaba benim bu insanla aramda nasıl bir ilişki var?”, “daha önce bu ilişkiye benzer şeyler yaşadım mı?”, “daha önce bu sorunları nasıl çözdüm?”, “acaba hayatta bu sorunu, bu kişiyi karşıma çıkaran nedir?” gibi daha evrenseldir ve bu yüzden hep bağlantı üzerine gitmek gerekir. Biz hep bir şekilde tanım koymak istiyoruz ama bu tanımlar ne kadar sağlıklı? İnsanlara aşkı sorduğumuzda, aşk nedir dediğimizde insanlar hep aşk acılarından bahsederler. Ya da olgunlaşmak, büyümek nedir dediğimizde hep acılarından bahsederler. Bu bir tanım koyma çabasıdır. Aşk hep eşittir acıdır, olgunlaşmak eşittir büyümektir gibi. Tanımlar bize genellikle bizde bir yara bırakan şeyleri hatırlatır. O yüzden bence pek sağlıklı ve gerçekçi de değillerdir.


Hayatımızda bir şeyleri kendimizce ‘doğru’ tanımına sokmak, kalıplara sokmak bizi rahatlatsa da kırılganlık ilk oradan başlıyor. Tanımlardan ne kadar çok uzaklaşırsak, o kadar az kırılgan oluyoruz. Tanımlardan çok ilişkilere, bağlantılara bakmak her zaman daha çok işimize yarar. Biz insanlar genellikle üstümüzdeki aşağılık kompleksini, yetersizliği atmak için uğraşıyoruz. Hayattaki konumumuzla, kullandığımız telefon, oturduğumuz ev, yaptığımız meslek, bindiğimiz araba, vs. gibi. Yaptığımız evlilik bile bir şekilde ‘yeterli’ olma çabasıyla yaptığımız şeyler oluyor böylece. Peki bunlardan ne kadar vazgeçebiliyoruz? Aslında “ya ben bu olmadan da yapabilirim” diyebildiğimiz kadar özgürleşiyor ve kırılganlıktan kurtuluyoruz. Elimizdeki beşeriyete o kadar tutunuyoruz ki, tutundukça kendimizden uzaklaşıyoruz, daha kırılgan, böylelikle daha çok saldırıya açık oluyoruz.


Başkaları sizden iyi bir üniversiteye gidebilir, sizden iyi bir arabası, sizden iyi bir evi olabilir, bunu çevremizin ve kendimizin o ‘başkalarıyla’ kıyaslaması bizim üstümüzde ‘yetersizlik’ adında bir toz bulutuyla yaşamamıza sebep oluyor. Bazen birini motive etmek isterken bile bir başkasıyla kıyaslayıp onu bir başkası gibi yapmaya çalışıyoruz aslında. Bunu okul notları, kariyer, evlilik, ilişki vs. gibi kavramlara karşı birçok şekilde yapıyoruz. “Başkasının karısı / kocası şu yönde çok iyiymiş” gibi en küçük kıyaslamalarla bile yetersizlik duygusunun bizi yok etmesine sebep olabiliyoruz. Bunlar bizi kendimizden uzaklaştırıp yetersiz ve kırılgan yapıyor. İnsanı kırılgan yapan bu şeylerin asıl sebepleri; kusurlu olma cesareti gösterememek, kendine ve başkalarına esneklik payı / hata payı bırakamamak, vazgeçmeme konusunda ısrarcı olmaktan geçiyor aslında temelinde. Bazen hata yapabilme şansımızın olduğunu, bazen vazgeçebilmeyi, bir şeyleri de yapmamayı bilmemiz gerekiyor. Bu dünyada hiçbir şeyin mükemmel olmadığını ve olamayacağını bildiğimiz gibi ‘insanın’ da mükemmel olmadığını ve olamayacağını bilmemiz gerekir.

78 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


bottom of page